3 Mart 2010 Çarşamba

Yeniden Doğumun Şafağında

Yeniden Doğumun Şafağında
Yazan
Halil Onat Tuğrul
Hayatında ilk defa, o gece, gerçekten sevişti. Hayatında ilk defa erkeklik ve güç kaygısı olmadan, utanmadan, sıkılmadan, eksiklik hissetmekten korkmadan, doyurmak derdine düşmeden doyurduğunun farkına vararak, gözlerinden ve penisinden çok tenini kullanarak, ilk defa beyaz pamuksu bedeni hayvansı arzuların salyaları yerine içindeki ateşin sıcacık soluğu ile sararak sevişti. Gözlerinin önündeki güzelliğin her ayrıntısını aklında tutmaya çalışıyor; kalçalarının beliyle birleştiği kıvrımları, göğüslerinin yumuşaklığını, soluğunun sıcak kokusunu beynine kazıyordu. Bunu unutmamalıydı, bu kıpkırmızı an gri dünyanın gerçekliğinde yitip gitmemeliydi. Onun bedeninin her parçasını istiyordu bilinçsizce, sanki kollarının arasında sıktırarak kaburgalarının arasına, ait olduğu yere, yani yıllardır onu bekleyen kalbine sokabilecekti.
Rahatlayamazdı artık! Kasıklarında yumru olup yerleşmiş ışığı kör edici bir aydınlıkla her yanı kaplasa bile, ona huzur yoktu. Rahatlamak için onunla bir olduğunu hissetmeliydi, vücudunun her santimine aynı anda dokunabilmeliydi. Bedeni bu ateşin içinde erimeli, yatağın kıvrımlarında çağlayarak onun suyuna karışmalıydı. Rahatlamak eğer içindeki ağır birikimin yok oluşu demekse, onun için ancak böyle mümkün olacaktı. Bugün hayatının son günü olmalıydı, o yatakta ölmeliydi ve güneşle birlikte yeniden doğmalıydı. Güneşle birlikte kadınına gülümseyerek yeniden doğacaktı.
İşte içinde bunlar akarken ve kalbindeki coşku zaman içinde hayal edemeyeceği bir tempoya ulaştığında, tiz seslerin doruğuna çıkmaya çalışan sopranosuyla birbirlerine sıkı sıkı sarılarak ve yekvücut kramp girmişçesine kasılarak tükendiler. Boşalmamıştı, tükenmişti! Yaşam enerjisini kadınına vermiş ve o güne kadar sürdürdüğü hayata veda etmişti. Fakat alevin son çırpınışları gibi ağır ağır aldığı nefeslerinde sönmenin hüznü değil, külleri arasında eşinen anka kuşuna hayat vermenin sevinci vardı. Sevinci kollarındaki kadının kokusu ile harmanlanıp köze döndü ve sonrasında uykuya dalması sadece birkaç saniye sürdü.
Sabah güneşi odanın duvarlarını döverek horozluğunu yapıyordu ki bir bebeğin şaşkın ve meraklı bakışları ile karşıladı günü. Hemen kollarının arasında bıraktığı o güzelliğe döndü; gitmişti! İnanamadı, yataktan kalktı evin içinde dolaştı, bulamadı. En ufak bir şey yoktu ondan geriye, bir koku kırıntısı için yastığa eğildi. Gözyaşları yastığı ıslatmaya başladı. Ona ulaşmanın yolu yoktu, belki yıllarca aynı sokaklarda gezerse rastlardı ama onu tanıyabilir miydi? Kokusunu bir kere duysa, tanırdı! Bir an için umut dolan yüreği yeniden ağırlaştı, denizin dibindeki kumlara gömülen bir çapa gibi onun yastığına gömüldü. Bulsa bile, tanısa bile; o, dün geceki kadın olmayacaktı!
Geçmişte yattığı bazı kadınların nasıl da ısrarla peşinde koştuklarını hatırladı, o zamanlar gecelerin sevdasını gün ışığında görmeye dayanamazdı. Şimdi ise, o sevginin gerçekliğine ihtiyaç duymayı, o gerçeklikte yaşamaya değer bir hayat bulabilmeyi anlayabiliyordu. Tavana dikilmiş gözlerinden kopan iri damlalar, yanaklarından süzülerek yastığına iniyordu. Eliyle sildi onları, yeniden altı yaşında çocuk gibiydi. Gözyaşlarının tuzlu acısı dilini yakarken bir tek şeyin gerçek olduğunu idrak etti: Güneşle birlikte yeniden doğmuştu!
Halil Onat Tuğrul
Şubat 2010

Hiç yorum yok: