8 Kasım 2007 Perşembe

aydınlanma

hiç bir rüzgarın fayda etmediği o hedefsiz geminin nereye gideceğini bilmeyen kaptanı artık gitmek istediği istikameti az çok kestiriyor ve iyi görüyor bu istikametin fırtınalarla kaplı tehlikeli denizlerini. geminin burnunda yüzüne çarpan deniz kokusuyla özgürlüğü hissettiği, yelkenlerini dolduran rüzgarlarla pupa yelken yolculuklar bir daha asla olmayacak belki de! belki de hep yağmurlarla yıkanacak yelkenleri, dümenin yekesini tutmak zorlaşacak belki yıllarca. ama yine de bu kaptan gidecek o yolu, o fırtınalı denizlere sonunu hiç bilmeden hiç düşünmeden girecek sadece sevdiğinden hem de, çok sevdiğinden!

1 Kasım 2007 Perşembe

rubailer

"saki şarap sun beni de unutma", hafız böyle diyor
şiraz'da gül altında aşk kolay göründü oysa çok zor
bir cezayir menekşesi senin aşkın uzakta ve elinde değil
ey kör gel de söyle şimdi sana nasıl kolay görünüyor?

Onat Kutlar

15 Eylül 2007 Cumartesi

rubailer

biz bir inatçı bahçivanız
ve siz bizim yedi yılda bir açan gülümüzsünüz
erişilmez oluşunuz yıldırmıyor bizleri
belki bilhassa bundan dolayı makbulümüzsünüz.

N. Hikmet

6 Ağustos 2007 Pazartesi

yine sana dair

sende, ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini
sende, ben, kumarbaz macerasını keşişlerin
sende, ben, uzaklığı,
sende, ben, imkansızlığı seviyorum
güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
ve kan ter içinde, aç ve öfkeli
ve bir avcı iştahıyla etini dişlemek senin
sende, ben, imkansızlığı seviyorum
fakat asla ümitsizliği değil!

N. Hikmet [948]

31 Temmuz 2007 Salı

direniş

aklım bir türlü durulmuyor. bir direniş isteğiyle yanıp tutuşuyorum hiç olmadığım kadar. direndiğim şey bir çeşit iktidar. belki sadece bana ve çevremdekilere karşı ama, az da olsa bize bir şeyleri dayatma yetkisini kendisinde görmesi onu faşist bir iktidar yapmaya yetiyor. halbuki kendisi de sevmez faşistleri, sadece uğraşmak istemiyor iç isyanlarla. mutabakata varmak uzun ve can sıkıcı bir süreç, dahası zaten anlayışlı iktidar olarak "bu kadarını isteme hakkı" adı altında dayatmak da suç değildir elbet.
ne de olsa o kırılmaması gereken bireydir. ailemiz bize öylesini öğretmiştir ve biz yaşımız olsa da yirmi küsur, otuz da kar etmez ya, öylesine uymaktayızdır. ne de olsa ilk gelenizdir; sorumluluk örneği olmanın, kurallara kayıtsız şartsız uymanın, insaniyeti düzgünlükle eş tutmanın bireyleriyizdir. çünkü aile bir tane düzgün birey yetiştirir, onu da en idealist olduğu dönemde beynini yıkayarak elde edip gerisini koyverir. gerisi zaten ona bakıp öğrenir mantığını kullanırlar, arkadakinin elindeki tek şeyin önündekine kaybetmemek olduğunu bilmeden. şimdi çok geç kalmışken delice bir tavrı mantıklı kılmaya, bundan sonra yaşanacakların ergenliğe verilmeyeceğini bile bile, deliye razı olup tavır koymak taraftarıdır gönlüm.
fakat ey gönlüm, sorumluluk manyağı parçanı nasıl ikna edeceksin bu deliliğe? yapacağın şeyin işbirlikçi iyi niyetli tayfa ve diğer başkaldıramayan, ezilen kitle tarafından nasıl değerlendirileceğini biliyorsundur elbet. bildiklerin seni rahat bırakıyor mu? düşünmeden bir kez olsun hareket edemiyorsun değil mi? bu kadar garanticisin evet! bu garanticilik de o "düzen"in düzgünleştirme prensibinin bir ürünü zaten. dahası allah vergisi, aile katkısı bir yeteneğin var. dönüp bir de bunlarla empati kurarsın. hadi kurdun, bi de alıp içselleştirirsin yetmezmiş gibi. sonra da direniş direniş diye söylemler içinde hayaller kurarsın gecelerce. sen daha kendine direnmekten acizsin, kime nasıl direneceksin ki?
bir öyle bir böyle, dertler bireyselleşti yaza girince. uzaklaşan diğer işlerin arasından aile sorunlarına göz kırptık özlem gidermek maksadından uzaklaşınca.

25 Temmuz 2007 Çarşamba

büyümek veya büyümemek, işte bütün mesele bu

deşiyorum aklımı, çıkarmam gereken şeyler var onun içinden. öncelikler var halletmem gereken, kararı verilecek şeyler var. ve aklımın içinde, bütün bu karmaşanın orta yerinde biri duruyor. bakışları anlamsız, isteksiz biri. içinde yaşamaktan başka arzusu yok sanki. konuşuyoruz arada, yorgun bıkkın bir sesi var, yetmiş yaşında gibi. "martılar" diyor, "çok özeniyorum onlara. onlar ki yaşıyorlar şu dünyada yalnız, yaşamak tüm amaçları."
bir gün dillendirdim bu düşüncelerimi, dedim: "yaşamak istiyorum yalnız. sadece yaşamak, ne eksik ne fazla. aynı bir martı gibi, simitler ve vapurlar peşinde öylesine uçmak tek dileğim."
aldığım tepki ilginçti, "hayır" dedi, yanımdaki hatun kişi, "hayır bana yetmez, bir şeyler yapmalı, yararlı şeyler yapmalı"
şimdi bakıyorum etrafıma, yapılan her yararlı şey eksik, her yararlı şey zararlı. insanın gelişimi dünyanın çöküşünü hızlandırıyor. ve tüm bunların ortasında ben, kapışmazsa ölecek olan ben isteksizce duruyorum. kurallarına uyduğum takdirde evimi yok edeceğimi bile bile kuracağım ailemi, yaşayacağım geçici hazlarla ve derinliklerde bir yerde yalnız benim duyduğum, çaresizliğin verdiği acı içinde öleceğim yine de. ve en kötüsü de ne yaparsam yapayım, çocuklarıma kötü bir dünya bırakacağım. ne yaparsam yapayım!