6 Mart 2010 Cumartesi

8 Martta Kadınlar Üstte

Cinsellik  ve cinsel ilişki gerçeğinin yarattığı sorunların kadın ezilmişliği ile olan ilişkisi sanırım ayrıntılı olarak işlenmiştir. Yatakta başarısızlık korkusunun yarattığı tüm tramvaları bastırma yolu olarak kaba kuvvet ve hakaretin kullanılması başka bir tramvalar silsilesine sebep olmuş. Ondan sonrası ise sanırım 5 maymun deneyine benziyor, kimse neyi nasıl yaptığını bilmiyor, küfür ediyor fakat küfürlerin neden hep sevişmekle alakalı olduğunu sorgulamıyor. Namus kavramının  hep kadın anlamına geldiği, vajinaya girme eyleminin daima bir tecavüz fikri ile havalarda uçuştuğu, kadının bedensel güçsüzlüğü sebebiyle tecavüz edilebilirliği ve bir erkek korumasına muhtaç olduğu algısı gibi sayısız saçmalığın içinde yaşamak ve yalnız "kadının hakkı var" diye bağırarak kadınların hak ettiklerini elde edebileceğini sanmak da bir zayıflık değil mi?

Erkek madem ki kendi tramvasının bilinçaltı korkusu sebebiyle içgüdüsel ve öğretilmiş önlemlerle kendi ruhunu koruyor, belki kadın da aynı yöntemlerle erkeğe karşı durarak kendi ruhunu kurtarmak zorunda. Sokakta baba-koca düz gidip, bacaklarını kapatmadan oturarak, tecavüz fikrinin kadınların da yapabileceği bir şekilde genişlemesini sağlayarak, yatakta baskın sevişerek ve bunu arzulamaktan utanmadığını özgürce söylerek mücadele etmelidir. Erkek kadının bir isteği olduğu, isteklere boyun eğmek yerine talep ettiği bir ortamda ne kadar baskıcı olabilecektir? Stanford Hapishane Deneyinin bize gösterdiği de bu değil midir? Kadın mahkum gibi davrandıkça ve toplum erkeğe gardiyan vazifesini yükledikçe sorunların çözülmesi mümkün müdür?

O halde en aykırı çağrı benden 8 mart sevişgenlerine gelsin:

8 Martta Kadınlar Üstte!!!

3 Mart 2010 Çarşamba

Yeniden Doğumun Şafağında

Yeniden Doğumun Şafağında
Yazan
Halil Onat Tuğrul
Hayatında ilk defa, o gece, gerçekten sevişti. Hayatında ilk defa erkeklik ve güç kaygısı olmadan, utanmadan, sıkılmadan, eksiklik hissetmekten korkmadan, doyurmak derdine düşmeden doyurduğunun farkına vararak, gözlerinden ve penisinden çok tenini kullanarak, ilk defa beyaz pamuksu bedeni hayvansı arzuların salyaları yerine içindeki ateşin sıcacık soluğu ile sararak sevişti. Gözlerinin önündeki güzelliğin her ayrıntısını aklında tutmaya çalışıyor; kalçalarının beliyle birleştiği kıvrımları, göğüslerinin yumuşaklığını, soluğunun sıcak kokusunu beynine kazıyordu. Bunu unutmamalıydı, bu kıpkırmızı an gri dünyanın gerçekliğinde yitip gitmemeliydi. Onun bedeninin her parçasını istiyordu bilinçsizce, sanki kollarının arasında sıktırarak kaburgalarının arasına, ait olduğu yere, yani yıllardır onu bekleyen kalbine sokabilecekti.
Rahatlayamazdı artık! Kasıklarında yumru olup yerleşmiş ışığı kör edici bir aydınlıkla her yanı kaplasa bile, ona huzur yoktu. Rahatlamak için onunla bir olduğunu hissetmeliydi, vücudunun her santimine aynı anda dokunabilmeliydi. Bedeni bu ateşin içinde erimeli, yatağın kıvrımlarında çağlayarak onun suyuna karışmalıydı. Rahatlamak eğer içindeki ağır birikimin yok oluşu demekse, onun için ancak böyle mümkün olacaktı. Bugün hayatının son günü olmalıydı, o yatakta ölmeliydi ve güneşle birlikte yeniden doğmalıydı. Güneşle birlikte kadınına gülümseyerek yeniden doğacaktı.
İşte içinde bunlar akarken ve kalbindeki coşku zaman içinde hayal edemeyeceği bir tempoya ulaştığında, tiz seslerin doruğuna çıkmaya çalışan sopranosuyla birbirlerine sıkı sıkı sarılarak ve yekvücut kramp girmişçesine kasılarak tükendiler. Boşalmamıştı, tükenmişti! Yaşam enerjisini kadınına vermiş ve o güne kadar sürdürdüğü hayata veda etmişti. Fakat alevin son çırpınışları gibi ağır ağır aldığı nefeslerinde sönmenin hüznü değil, külleri arasında eşinen anka kuşuna hayat vermenin sevinci vardı. Sevinci kollarındaki kadının kokusu ile harmanlanıp köze döndü ve sonrasında uykuya dalması sadece birkaç saniye sürdü.
Sabah güneşi odanın duvarlarını döverek horozluğunu yapıyordu ki bir bebeğin şaşkın ve meraklı bakışları ile karşıladı günü. Hemen kollarının arasında bıraktığı o güzelliğe döndü; gitmişti! İnanamadı, yataktan kalktı evin içinde dolaştı, bulamadı. En ufak bir şey yoktu ondan geriye, bir koku kırıntısı için yastığa eğildi. Gözyaşları yastığı ıslatmaya başladı. Ona ulaşmanın yolu yoktu, belki yıllarca aynı sokaklarda gezerse rastlardı ama onu tanıyabilir miydi? Kokusunu bir kere duysa, tanırdı! Bir an için umut dolan yüreği yeniden ağırlaştı, denizin dibindeki kumlara gömülen bir çapa gibi onun yastığına gömüldü. Bulsa bile, tanısa bile; o, dün geceki kadın olmayacaktı!
Geçmişte yattığı bazı kadınların nasıl da ısrarla peşinde koştuklarını hatırladı, o zamanlar gecelerin sevdasını gün ışığında görmeye dayanamazdı. Şimdi ise, o sevginin gerçekliğine ihtiyaç duymayı, o gerçeklikte yaşamaya değer bir hayat bulabilmeyi anlayabiliyordu. Tavana dikilmiş gözlerinden kopan iri damlalar, yanaklarından süzülerek yastığına iniyordu. Eliyle sildi onları, yeniden altı yaşında çocuk gibiydi. Gözyaşlarının tuzlu acısı dilini yakarken bir tek şeyin gerçek olduğunu idrak etti: Güneşle birlikte yeniden doğmuştu!
Halil Onat Tuğrul
Şubat 2010