17 Aralık 2014 Çarşamba

Dağınıklık Üzerine


Dağınık bir oda benimle özdeşleşmiş bir şeydi her zaman. İnsanlar hep toplamamı söylediler, bense hep toplayıp sonrasında dağıttım. Bir de Einstein'a atfedilen bir söz var "İnsanlar dağınık bir masanın dağınık bir aklın yansıması olduğunu söylüyorlar, o zaman boş bir masa neyin göstergesidir?" şeklinde. Marco Polo dizisini izlerken fark ettim, Incognito kitabında okuduğum bir kaç şeyle birleştirdim -sanırım ilginç şeyleri toplatıp birleştirmek benim alanım- ve aslında düzenli masadan bahsedenlerin haklı olduklarını kabul etmeliyim. Aklım şu karmaşık odadaki gözüme çarpan her şeyin herini aklında tutmaya çabalıyor. Hangi kitap nerde, hangi kablo nereye uzanıyor, hangi çamaşır neden orda, yatağın üzerine neleri attım.... Birisi bir şeyin yerini sorduğunda uzanıp onu buluyorum. Bu dağınıklığın bir düzeni var ve bu düzenin bedeli benim aklımda tutulması gereken daha karmaşık çeteleler oluyor. Sanırım insan kitaplarının olduğu odada çalışmamalı veya uyumamalı. Çalıştığı odada hobilerini bulundurmamalı veya nereye koyacağını bilmediği eşyalarını yattığı odadaki gardrobun üzerine istiflememeli. Sakin bir zihin için daha az şeyle meşgul olmalı. 

Bir ara kafaya takmıştım, yeni bir hayata başlamam gerekirse günün birinde, üzerime giydiğim her giysinden en fazla üç parça almalıyım diye. En fazla üç pantolon, üç tişört, üç çorap... Bu sistem aslında ne giyeceğim, hangisi temiz, nereye gidersem ne lazım sorularını bir anda basitleştiriyor gibi görünüyor. Yine Einstein için söylenir değil mi, aynı takım elbiseden beş tane almak gibi ilginç bir hareketi varmış. Kafasını boş işlere takmaktan bıkmış sanırım. İşe gidebileceğim 5 yol varsa bugün hangisinden gitmek gerektiğini neden düşüneyim. Otomatik pilotta gitmek ve giderken daha önemli olduğunu düşündüğün şeylere odaklanmak daha manalı. 

Öte yandan başka bir sıkıntı var bu mantıkta. Neden hep bir şeyleri önemseyip ön plana çıkarıyoruz? Olduğu gibi olsa ya her şey. giderken gitmeyi düşünse insan, gelirken gelmeyi. Ne işi, ne parayı, ne geçmişi ne de geleceği... Tüm düşünceler aslında kaygıdan kaynaklanıyor ve aslında düşünmek ne kaygıyı azaltıyor ne de işe yarıyor. Belki olabilecek binlerce olasılıktan birkaçını düşündüğümüz için kendimizi geleceğe daha hazır hissediyor olabiliriz o kadar. Kim geleceğe hazır olabilir ki? Kendimize güvenmemenin bir etkisi mi bu? Sakin bir kafa ile sevdiğimiz şeyler üzerine uzmanlaşıp kendimizi oluşabilecek her olasılığa karşı güvende hissetme yalanının dışına çıkıp, ne gelirse hayırlıdır diyerek geleceksiz yaşamanın yollarını bulmak lazım belki de. Boş bir masa, aklımı dinlendirip, içimdeki sürekli ertelediğim "burayı bir ara toplamalıyım" düşüncesini yok etmenin bir yolu. Masayı yeniden dağıtmamak da sanırım otomatik pilotta yaşamamanın bir sonucu olur, bir şeyler yaparken başka şeyler düşünmeye başladığında aslında çevrende olup bitene ilgini kaybediyorsun. Bir Zen öğrencisi olsaydım hocamdan sürekli dayak yerdim sanırım. 

Sanırım bu hayatta hiç bir şey kesin değil, kesinlik arayışı işi daha da kötüleştirmekten başka bir şeye yaramıyor. Aklını rahatlatmanın bir yolunu bulmalı insan, bunun yolu dağınıklıksa bırak dağınık kalsın. Bunun yolu toplamaksa topla gitsin. Bazen bazı şeylerin toplanmaması gerekir, çünkü sizden toplamanızı isteyen insanlar başta sizin ruhunuzu dağıtmış insanlardır. Ruhu dağınık biri neyi toplayabilir? Bırak ruhunu dağıtanlar, ortalığın dağınık kalması ile ilgilensinler. Sen ruhunu topla önce.